Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak...

 
Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak... Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak...

Çünkü öfkesinde umut vardır, karamsarlığının gölgesinde de belli belirsiz parlayan ışıklar. .  İşte bizler de aynı nedenle yaşıyoruz: başkaları yaşıyor ya da yaşasın diye. Son sözü ölümün söyleyeceğini, nihai zaferi mutlaka onun kazanacağını bile bile, olmaya, bir şeyler olmaya çalışıyoruz, habire.   A. Dalgalar kötü habercibu gece. SONUÇ BELLİ, AMA İNANAMIYORUZDoktor olmaya, mühendis olmaya; yazar, memur, kasap, çöpçü, zengin, iyi, kötü, namuslu, namussuz, adam, kadın, insan olmaya uğraşıyoruz. Bu iki sözcük arasındaki ses akrabalığı, bir rastlantı değil. Dostluğumuz, Türkiye’ye döndüğüm 2012 yılına kadar sürmüştü. . Yarım saat sonra sahil muhafaza tarafından kurtarıldı ve kitaplarını yazmayı sürdürdü. Kimimiz başarıyor, kimimiz başaramıyor.  Aslında ölümün karşısına yaşamı koymak, bence yanlış. Pusulam özlemine takılmış.  Marcel Moreau, birden canlandı ve yüzmeye başladı, iyi kötü.  ÇARESİZLİĞİN İTİCİ GÜCÜNeden? Nasıl başarıyoruz, nereden buluyoruz bu gücü?Elbette çaresizlikte!Çünkü tek çözüm olarak parmağını kımıldatmadan, yani “olmadan” ölmeyi beklemeyi, yani ölmeden ölüme teslimiyeti öneren bir yaşam alanında; düşmanı yok sayıp “olmaya” çalışmak daha kötü bir seçenek değil. Depremde binlerce hemcinsimiz ölüyor, geri kalanlar “olmayı” sürdürüyor. Açık denizlere yağmurcudükkânı açmış martılar. Yoksul teknelerin yoksulkaptanları. Ve ölüm karşısındaki çaresizliğin, böyle bir yaklaşımla çareye dönüştüğünü görmek, geçici de olsa bir tatmin.  İstisnasız, hepimiz. Gerçek fark, savaşım ve karşıtlık, “olmak” ile “ölmek” arasında. Gencecik yaşta aramızdan ayrılanların garip biçimde çoğaldığı bugünlerde yaşamın anlamını doğum ve mutlak sonu ölüm üzerinden sorgulamayan var mıdır? Sanmıyorum. Ölümün her şeyi silip süpüreceğini bilerek sanki kalıcıymışız gibi “olmaya” çaba harcıyoruz. 86 yıllık yaşam kavgası 2020’deki COVID-19 salgınıyla biten Belçikalı yazar Marcel Moreau’yu Paris’te tanımıştım. Beyin kanaması, kalp krizi, trafik kazası, bazen suikast ya da cinayet; beklenmedik dönemeçlerde beklediğini biliyoruz, ölümün. BAŞKASI YAŞIYOR YA DA YAŞASIN DİYEYavaş yavaş yan yatan geminin güvertesinde can yeleği bulamayan küçük bir kızın hıçkıra hıçkıra ağladığını görünce “Ben çok yaşadım, artık ölsem de olur” diye düşünüp yeleğini kıza verdi ve halata tutunup suya kaydırdı korumasız bedenini.  Kaçınılmaz depremler bekliyoruz, yine de “olmak” peşinde, aklımızı kaçırmadan geleceğe ilişkin planlar, programlar yapabiliyoruz. Karamsar olmasaydı Moreau, öfkeli olmazdı.  Denizde öylece, yüzmeye bile çalışmadan gücünün kesilmesini beklerken iki genç kadın geçti yanından. . Yanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin. Fırtınalara kim yakalanır. Yani beyin ölümünü. Çünkü ölüm, son halkası da olsa yaşamın bir parçası. Yolcuların canlarını kurtarmak için denize atladığı anda o da sırtına bir can yeleği geçirmiş ama suya atlamakta tereddüt ediyordu. Bütün rüzgârlarım sendenesiyor. KAPTANIN ŞİİR DEFTERİYanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin. Olmazsak ölüyoruz, ölürsek zaten olmuyoruz. İyi yüzme bilmiyordu. Kadri Ergin",. Noktasız “oluyoruz”, noktalı “ölüyoruz”.  CESUR TEREDDÜTMarcel Moreau’nun vahşice karamsar bir öfkeyle yazdığı kitapları çok severim. Ne limanlardan umut varne de bu gökyüzünden. Yönler, rotalar kaybolmuş. Onların harcı değildir ne yaşam ne de ölüm üzerine basmakalıp olmayan düşünce üretmek. Bir yandan sağlam kulaçlarla suyu yarıyorlar, öte yandan “Ne biçim gemiymiş, yeterli can kurtaran sandalı bile yok! Neyse ki kıyı uzak değil, 15 dakikada varırız” diye sohbet ediyorlardı.  1985’te Filistinli teröristlerce kaçırılmakla ünlenen Achille Laura gemisinin 1994’te yine turistik bir sefer sırasında yanarak battığı gün, yazar Marcel Moreau da yolcuları arasındaydı. Öfkeli olmasaydı umudu olmaz ve yerleşik düzene teslimiyeti seçerdi, hiç kuşkusuz. .  Elbette cahil ve aptalları hesaba katmıyorum.

Mine G. Kırıkkanat: Olmak ya da olmamak...

Öfkeli olmasaydı umudu olmaz ve yerleşik düzene teslimiyeti seçerdi, hiç kuşkusuz. Kimimiz başarıyor, kimimiz başaramıyor. Gerçek fark, savaşım ve karşıtlık, “olmak” ile “ölmek” arasında. Bir yandan sağlam kulaçlarla suyu yarıyorlar, öte yandan “Ne biçim gemiymiş, yeterli can kurtaran sandalı bile yok! Neyse ki kıyı uzak değil, 15 dakikada varırız” diye sohbet ediyorlardı. Karamsar olmasaydı Moreau, öfkeli olmazdı.  Marcel Moreau, birden canlandı ve yüzmeye başladı, iyi kötü. Noktasız “oluyoruz”, noktalı “ölüyoruz”.  ÇARESİZLİĞİN İTİCİ GÜCÜNeden? Nasıl başarıyoruz, nereden buluyoruz bu gücü?Elbette çaresizlikte!Çünkü tek çözüm olarak parmağını kımıldatmadan, yani “olmadan” ölmeyi beklemeyi, yani ölmeden ölüme teslimiyeti öneren bir yaşam alanında; düşmanı yok sayıp “olmaya” çalışmak daha kötü bir seçenek değil. . Dostluğumuz, Türkiye’ye döndüğüm 2012 yılına kadar sürmüştü. Son sözü ölümün söyleyeceğini, nihai zaferi mutlaka onun kazanacağını bile bile, olmaya, bir şeyler olmaya çalışıyoruz, habire. Yönler, rotalar kaybolmuş. Yolcuların canlarını kurtarmak için denize atladığı anda o da sırtına bir can yeleği geçirmiş ama suya atlamakta tereddüt ediyordu.  Aslında ölümün karşısına yaşamı koymak, bence yanlış. Bütün rüzgârlarım sendenesiyor. Ölümün her şeyi silip süpüreceğini bilerek sanki kalıcıymışız gibi “olmaya” çaba harcıyoruz. . Olmazsak ölüyoruz, ölürsek zaten olmuyoruz. Beyin kanaması, kalp krizi, trafik kazası, bazen suikast ya da cinayet; beklenmedik dönemeçlerde beklediğini biliyoruz, ölümün. Pusulam özlemine takılmış.  Elbette cahil ve aptalları hesaba katmıyorum.  CESUR TEREDDÜTMarcel Moreau’nun vahşice karamsar bir öfkeyle yazdığı kitapları çok severim. Bu iki sözcük arasındaki ses akrabalığı, bir rastlantı değil.  İşte bizler de aynı nedenle yaşıyoruz: başkaları yaşıyor ya da yaşasın diye. SONUÇ BELLİ, AMA İNANAMIYORUZDoktor olmaya, mühendis olmaya; yazar, memur, kasap, çöpçü, zengin, iyi, kötü, namuslu, namussuz, adam, kadın, insan olmaya uğraşıyoruz. . Çünkü ölüm, son halkası da olsa yaşamın bir parçası. Yarım saat sonra sahil muhafaza tarafından kurtarıldı ve kitaplarını yazmayı sürdürdü.  1985’te Filistinli teröristlerce kaçırılmakla ünlenen Achille Laura gemisinin 1994’te yine turistik bir sefer sırasında yanarak battığı gün, yazar Marcel Moreau da yolcuları arasındaydı. . KAPTANIN ŞİİR DEFTERİYanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin. Ve ölüm karşısındaki çaresizliğin, böyle bir yaklaşımla çareye dönüştüğünü görmek, geçici de olsa bir tatmin.  Kaçınılmaz depremler bekliyoruz, yine de “olmak” peşinde, aklımızı kaçırmadan geleceğe ilişkin planlar, programlar yapabiliyoruz. Onların harcı değildir ne yaşam ne de ölüm üzerine basmakalıp olmayan düşünce üretmek.   A. İyi yüzme bilmiyordu. Dalgalar kötü habercibu gece.  İstisnasız, hepimiz. Yoksul teknelerin yoksulkaptanları. Ne limanlardan umut varne de bu gökyüzünden. Fırtınalara kim yakalanır. Açık denizlere yağmurcudükkânı açmış martılar. Depremde binlerce hemcinsimiz ölüyor, geri kalanlar “olmayı” sürdürüyor. Kadri Ergin",. 86 yıllık yaşam kavgası 2020’deki COVID-19 salgınıyla biten Belçikalı yazar Marcel Moreau’yu Paris’te tanımıştım. Çünkü öfkesinde umut vardır, karamsarlığının gölgesinde de belli belirsiz parlayan ışıklar. BAŞKASI YAŞIYOR YA DA YAŞASIN DİYEYavaş yavaş yan yatan geminin güvertesinde can yeleği bulamayan küçük bir kızın hıçkıra hıçkıra ağladığını görünce “Ben çok yaşadım, artık ölsem de olur” diye düşünüp yeleğini kıza verdi ve halata tutunup suya kaydırdı korumasız bedenini. Yanımdayken başlıyor dahabitmiyor hasretin. Yani beyin ölümünü. Gencecik yaşta aramızdan ayrılanların garip biçimde çoğaldığı bugünlerde yaşamın anlamını doğum ve mutlak sonu ölüm üzerinden sorgulamayan var mıdır? Sanmıyorum.  Denizde öylece, yüzmeye bile çalışmadan gücünün kesilmesini beklerken iki genç kadın geçti yanından.